Yitik Cennet: Abhazya *
Michael Emerson
**
Haziran 2003
Çeviren: Mustafa Özkaya
Avrupa'nın alabildiğine göz alıcı bir güzelliğe sahip
ve en nadide bir köşesini şöyle bir zihninizde canlandırmaya çalışın. Sıcak
denizin hemen yanı başında uçsuz bucaksız bir sahil şeridi, öte yanda sırtını
verdiği yer yer 5000 metreye varan yükseklikteki görkemli dağ silsilesi ve
bunların eteklerindeki her türden egzotik meyve, çiçek ve ağaçların
yetişmesine olanak veren sadece o bölgeye has tropik benzeri bir iklim..
Kısaca, bu dünyadaki cennet dense yanlış olmaz.
Bir de aynı yeri, on yıl önce yaşadığı yıkıcı bir
savaş sonrasında 5000 insanını kurban veren, yerleşim bölgelerindeki
altyapının ve evlerin yarısının tahrip olduğu ve ayrıca halkının yarısından
fazlasının can korkusuyla kaçtığı bir bölge olarak düşünün. Öyle bir yer ki,
savaşın galipleri olan nüfusun diğer geri kalan kısmı ise hiç bir ülke uyruğu
taşımayan kimseler haline gelmişler. Tam bir ambargo altında tutulmaları
nedeniyle hiçbir yere seyahat edebilme şansları bulunmadığı gibi; maddi kaynak
bulamadıklarından savaş sonrası yeniden imarı gerçekleştirme imkanları da yok.
Hiçbir ülkenin tanımadığı mevcut devlet yapılanmasına ait kurumların hemen
yanı başında 19. yüzyıldan kalma asaletli binalar, artık her bir yanını otlar
kaplamış yıkıntılar halinde başkentin tam orta yerinde öylece durmakta. Kırsal
bölgelerde ise neredeyse tamamı viraneye dönmüş ve içinde artık insan
yaşamayan hayalet şehir ve köyler sizi karşılıyor. Bir zamanların verimli
çiftlikleri artık vahşi ormanlara dönüşmüş. Dağların uzantıları olan tepelerde
kanun tanımazlık ve anarşi kol geziyor. Gençler arasında intihar oranı aşırı
derecede yüksek.
Karadeniz'in doğu yakasında yer alan, 1992-1993 savaşı
sonrasında Gürcistan'dan "de facto" olarak kopmuş olan Abhazya işte böyle bir
yer. Uygar Avrupa yolunda bu yitik cennete dönük ne gibi çıkış yolları
bulunduğunu araştırmak üzere CEPS'den bir heyet Abhazya'ya gitti. Heyette yer
alanlar en son üç yıl önce Kafkaslar'da Istikrar Paktı'nı taraflara kabul
ettirebilmek için geldikleri günden bu güne değin neler olduğunu ve nelerin
değiştiğini bizzat kendileri görmek istiyorlardı. Brüksel Üniversitesi'nden
katılan meslektaşlarımız, Belçika federal uzlaşma modelinin sihirli iksirinden
birazının bakımsızlıktan dökülen bu küçük ülkeye barışı yeniden getirip
getiremeyeceğini görmek için çok hevesliydiler.
Şimdilik barış Rus ordusuna ait bir askeri grup
tarafından sağlanıyor. Onlara güney sınırındaki Gal bölgesinde ve Kodor
Vadisi'nde silahsız BM denetleyicileri de destek veriyor. Ancak 2001
yılındaKodor Vadisi'nde bir BM helikopteri kimliği belirlenemeyen eşkıyalar
tarafından (Gürcü, Çeçen ya da Abhazyalılar; belki de bunların her üçünün
içinde yer aldığı şeytani bir çete, kim bilir?) düşürülünce içindeki BM barış
gücüne ait yedi görevli hayatını kaybetti. Bizim bölgeye yaptığımız ziyaretten
bir hafta sonra üç BM görevlisi de rehine olarak kaçırıldı. Büyük güçler
bölgedeki ihtilafın nasıl çözülebileceği üzerine yıllardır müzakereler
yürütüyor. BM Genel Sekreteri, adına "Gürcistan'ın Dostları" denilen Fransa,
Almanya, Rusya, Ingiltere ve ABD'den tecrübeli diplomatların çözüm bulmak için
bir araya geldiği "Cenevre Süreci"ni destekliyor. BM Özel Temsilciliği 2002
yılında, Abhazya'nın en ileri düzeyde otonomiye sahip olabileceği bir "Federal
Gürcistan" taslağını taraflara önerdi. Ancak Abhazya bu temel üzerinde
müzakerelerde bulunmayı reddediyor. Onun hedefi Rusya tarafından koruma
altında tutulan "de facto" bağımsızlığını devam ettirebilmek.
Kendi kanaatimizi oluşturmak için BM jeeplerinin
oluşturduğu bir konvoy halinde Gürcistan'dan Abhazya'ya giriş yaptık. Nehrin
üzerindeki köprüden geçerek Gal bölgesine girmiş olduk ve genç yaştaki Rus
askerlerinin nöbet tuttuğu bir kontrol noktasının yanından geçerek ilerledik.
Savaştan kaçarak bu verimli bölgeye yerleşmiş olan Gürcü mülteciler
yetiştirdikleri portakalların bir kısmını toplamak için sınırın iki tarafında
yoğun bir koşuşturma içindeydiler. Ama yine de burası hiç de güvenli bir yer
sayılmaz. Burada güvenliği sağlamak için ne Ruslar'ın, ne BM'nin, ne
Abhazlar'ın ve ne de Gürcüler'in hiçbir görevlisi bulunmuyor. Yanı tam bir
anarşi ortamı.
Üç yıl önce tam bu noktada Ingur vadisine kadar uzanan
ve bana çok ilginç gelen bir tur gezisi yapmıştık. Burası aynı zamanda, Kafkas
dağlarının 4000 metreyi aştığı ve hiç şüphesiz Avrupa'nın eşi benzeri olmayan
olağanüstü güzelliğe sahip ender yerlerinden biri olan Svanetya dağ bölgesine
kara yolundan tek geçiş koridoru. Ben yine de oraya gidecek olanlara artık
helikopterle çıkmalarını salık veririm. Bizim oraya vardığımız günün bir gün
öncesinde Svanetya'ya giden yol üzerinde seyreden bazı kişiler rehine olarak
kaçırılmışlar. Kılavuzumuz ve koruma görevlilerimiz tipik bir Gürcü
yaklaşımını da ele veren şu sözlerle o zaman bizi rahatlatmaya çalışmışlardı:
"Dün burada rehine alınmış olması bugün sorun çıkmayacağını gösteriyor. Çünkü
bu olay üzerine milis güçler harekete geçirilmiştir."
Şimdi artık başkent Sohum'a ulaşmış bulunuyoruz. Bize
mümkün olan en güzel misafirperverliği gösteren Dışişleri Bakanı Sergey Şamba
ile yapacak olduğumuz çok önemli toplantıya da bir yandan hazırlık yapıyoruz.
Abhazya'ya girişi sağlayan dar yolun aşağısında 20 Dolar ödeyerek vize almamız
gerektiği, aksi takdirde ülkeden çıkışın mümkün olamayacağı bize söyleniyor.
Acaba bu bağımsızlık yanlısı rejimi bir tür resmen tanımaya iten kritik bir
hamle mi diye düşünüyoruz. Bunun için kaygı duyma işini biz yanımızdaki
diplomatlara bırakıyoruz ve onlar da sessiz sedasız 20 dolarlık çıkış vizesi
parasını ödüyorlar.
Bakan ve danışmanlarıyla birlikte öylesine uzun bir
toplantı yaptık ki tam 12 saat sürdü. Uzun süren oturumlara sadece muhteşem
bir öğle yemeği için ara verildi ve akşam yemeği ile son buldu. Sohum'un dört
ayrı restoranında yediğimiz yemeklere tam bir Kafkas tarzı hakimdi. Masaların
her bir santimetre karesi yiyecek ve içecekle tamamen dolup taşmaktaydı.
"Sayın Bakan, Abhazya'nın geleceğine ilişkin
hedefleriniz neler?"
Bu soruya verdiği yanıt, mantıksal dayanağı oldukça güçlü ve konuya olan
derin hakimiyetini yansıtan türdendi. Gürcistan'ın başkenti Tiflis'teki
çelişkili konuşan ve aklı karışık meslektaşlarından çok daha bilgili olduğunu
söylemek yanlış olmaz.
"Kısa vadedeki modelimiz Tayvan; uzun vadede ise
Marshall Adaları'dır. ABD'nin Tayvan'ı Çin'den koruduğu gibi Rusya da bizi
Gürcistan'dan koruyacak. Sonrasında ise aynen Marshall Adaları gibi resmi
tanınma hakkını kazanacağız."
Bilmeyenler için hemen belirteyim ki, Marshall Adaları
Pasifik Okyanusu'nda Havai ile Avustralya arasındaki mesafenin orta yerinde
yer alıyor ve savunma işlerine ABD'nin baktığından yarı bağımsız statüsüyle
uluslararası tanınmışlık elde etmiş bulunuyor.
Bakan, bizim diyadik (iki ayrı gruba ait) etnik
temelli bölünme taleplerinden doğan ihtilafları çözmedeki başarılı "Belçika -
Kuzey Irlanda - Aland Adaları" modelimizi sunarak Avrupalılaştırma
misyonerliğinde bulunma hevesimizin de farkında olduğunu gösteren konuşmasına
devam ediyor: "Biz elbette Avrupalıyız ve umutlarımız yine Avrupa'daki bir
geleceğe dönük. Ancak bu süreç, çok süratli bir biçimde zaten devam eden 'Rusya'nın
Avrupalılaştırılması' süreciyle birlikte gerçekleşmelidir. Biraz daha zamana
ihtiyaç var. Ancak en nihayetinde biz de Rusya ile birlikte Avrupa'yla
birleşeceğiz."
Yorucu bir günün ardından öncesinde bir Sovyet sanatoryumu olan içinde birkaç binanın yer aldığı Birleşmiş Milletler'in mekanına dinlenmek için çekiliyoruz. Bina, dekoru ve içinde sunulan hizmetiyle sanki eski yüzyıldan kalma canlı bir müzeyi andırmakta. Içinde BM'nin yaptırdığı farklı kültürlere ait bazı süslemelerin de serpiştirildiği binanın banyolarında parlak mavi seramikler ve onlara eşlik eden kırmızı ve yeşil plastik aksesuarlar yer alıyor. Kahvaltı yapılan salona kimsenin kendisine latife yapmaya cesaret edemeyeceği heybetli bir Rus bayan nezaret ediyor. Bu bayan bize kahvaltıda çok enfes köfteler servis yaparken ne kadar sıcak kanlı ve sempatik olduğunu da gösterdi.
Bulunduğumuz yerin sorumlusu olan Etyopyalı asker bizi alıp Kırgızistan Dışişleri eski Bakanı ve şimdilerde BM Özel Temsilcisi Roza Atunbayeva ile randevumuzun gerçekleşeceği tepenin başındaki kır evine götürdü. Ne yaparsın ki en iyi kariyerlerin bile böyle iniş çıkışları olabiliyor. Kendisiyle en son 1992 yılında, Orta Asya'daki bağımsızlığını yeni kazanmış devletlere Avrupa Birliği Komisyon Şefi'ne eşlik ettiğim ziyaret sırasında görüşmüştüm ve birlikte o günleri yadettik.
O uzun süren gezi sırasında, bizim Avrupacılık adına
yaptığımızdan daha etkileyici biçimde yeni Pan-Türkçülük vizyonunu açıkça
başlatan Türkiye Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile gezinin diğer bölümlerinde
de beraber olmuştuk. AB'ye ait küçücük bir jet uçağıyla yolculuk yaparken,
Demirel, iki büyük uçak dolusu işadamı ve tüketim mallarıyla oraya gelmişti.
Roza'ya geri dönersek, o şimdi biri Bulgar diğeri de
Polonyalı iki danışmanıyla birlikte mülteciler ve her iki taraf için de
sunulacak güvenlik garantileri konusundaki muhtemel çözümler üzerinde çok sıkı
bir çalışma içerisinde.
Bizim de artık Abhazya'yı baştan başa dolaşıp bir
kanaat edinmemiz gerekliydi. Şimdilerde tam bir enkaz yığını görüntüsündeki
Sohum Tren İstasyonu'na gideceğimiz gün için bir araba kiralamak üzere
pazarlık yaptık. Ama her şeye rağmen şimdi Soçi'ye Rus sınırı üzerinden günde
bir tren seferi düzenleniyor. Biz yerinde görmek için Karadeniz'in tatil
yerlerinin incisi Pitsunda'ya ve geriye kalan tek Rus askeri üssü olan
Gudauta'ya doğru yol alıyoruz. Pitsunda şimdi tek tük gelen Rus turistleri
ağırlıyor. Askeri üs bu zamana kadar çoktan buradan kaldırılmış olmalıydı.
Ancak şimdi Rus barış güçlerinde görev yapan askerler için dinlenme ve eğlence
merkezi halini almış durumda.
Kim bilir bu yitik cenneti gelecekte ne bekliyor?
Irak savaşının ardından acaba mevcut statüko değişebilir mi? Rusya ile Amerika, başbaşa vererek, Büyük Orta Doğu'nun tümünü kapsamına alan hamlenin bir parçası olarak Kafkaslar'da istikrarın nasıl sağlanacağı ve ne türden bir karara bağlanacağı üzerine bir anlaşma yapmaları mümkün mü?
Yoksa AB'nin mi burada daha aktif olması gerekiyor? Rusya, AB ve ABD şimdi bir araya gelerek ısrarlı ve kararlı bir şekilde uygar bir çözümü hedefleyebilirler mi?
Abhazya'daki şu anki perişan durumun bir şekilde
değişeceğinde hiç kuşku yok. Bu sürecin zaten başladığını da gözlemlemek
mümkün. Iki alternatiften hangisinin sonuç olarak karşımıza çıkacağı tam
netlik kazanmış değil.
Abhazya için birinci alternatif; Gürcistan'la
arasında yeniden entegrasyon hiç gerçekleşmeden veya çok cüzi oranda
gerçekleşerek Rusya ile arasındaki artan bütünleşme akımına kendini iyice
kaptırması. Gürcistan'dan kopuşu, diplomatik alan hariç, aslında tüm alanlarda
kabul edilmiş sayılır. Şimdiden nüfusun çoğunluğu Rus vatandaşlığı için
müracaatta bulundu, bu müracaatlara olumlu yanıt gelmesi ve 2003'ün sonunda
Rus pasaportlarının dağıtılması kuvvetle muhtemel. Ülke zaten tümüyle Rus
turistlerin girip çıkmasına açık ve içeride kullanılan para birimi de Rus
rublesi. Bu yılın Mart ayında Başkan Putin ve Şevardnadze, Abhazya üzerine
işbirliği içerisinde ortak çalışacakları hususunda anlaşmaya vardılar.
Anlaşmaya vardıkları konu başlıkları şunlar; Gürcistan'a uzanan güneydeki tren
yolunun yeniden açılması, yine güneydeki Gal bölgesine mültecilerin geri
dönmesine yardımcı olunması ve Ingur nehri üzerindeki hidroelektrik
santralinin ortak kullanımı. Bu yüzden Soçi Anlaşması esasa ilişkin politik
sorunlara temas etmeksizin mevcut statükonun kalitesinin artırılması anlamına
geliyor.
İkinci alternatif ise; Cenevre süreci gerçek
anlamda canlılık kazanır ve teknik ayrıntıların da ötesinde artık nihai statü
sorunları da ele alınabilir. Bu, ancak Rusya ile Amerika arasında bölgedeki
yeni jeo-politik koşullar çerçevesinde ortak güvenlik çıkarlarına dönük yeni
bir anlayışın doğması ile gerçekleşebilir. Peki ya Abhazya'ya da,
Washington'daki CIA, Dışişleri ve Milli Güvenlik Konseyi'ndeki planlayıcıların
tehdit algılayan radar ekranlarında yer verilebilir mi? Abhazya'nın
Gürcistan'dan devam eden "de facto" ayrılmışlığı belki de tüm Kafkasya
bölgesindeki istikrar ve daha iyi bir düzenin önündeki engellerden biri olarak
düşünülebilir. Eğer Rusya ve ABD'nin her ikisi de bu yargıya varmış olsalardı
(gerçi akla gelmiyor değil ancak henüz açık bir işaret yok) Abhazya
meselesinin çözümü için ellerindeki formülü de gizlemeden apaçık ortaya
koyarlardı. Bu durumda, uluslararası hukukta tek bir devlet olarak tanınacak
olan ve Rusya'nın Abhazya'ya, ABD'nin de Gürcistan'a çok güçlü güvenlik
garantileri sunacağı "Gürcistan ve Abhazya Birliği" şeklinde ortak bir devlet
yapısı gerçekleşebilirdi. Tabii ki, Abhazya'ya Rusya'nın net güvenlik
garantileri sağlaması olmazsa olmaz -sine qua non- bir koşuldur. Diğerleri
için çekirdek olacak bu garanti anlaşması yapılsaydı, bu sistem, daha sonra BM
ve AGIT'in ortaklaşa barışı koruyacağı, sınırların yeniden açılması ve
mültecilerin kontrollü geri dönüşünü izleyebileceği bir manda yönetimine
dönüştürülebilirdi.
Abhazya üzerine yapılacak olan bir anlaşma Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki
Yukarı Karabağ ihtilafına da iyi bir örnek olur ve sonrasında bu sorun için
bir nihai kararın çıkmasına kapı açabilir. Türkiye'nin halen Ermenistan'la
ticarete kapalı tuttuğu sınırları yeniden açma olasılıkları üzerine
görüşmeleri başlatmış olduğundan Yukarı Karabağ ihtilafında şu an buzların
belki de gerçekten eridiği düşünülebilir.
Şunu itiraf etmeliyim ki, bu gelişmenin benim düşlediğim şeylerden birisiyle
de yakın ilişkisi var. İlk kez üç yıl önce Knor Virap manastırının duvarları
üzerinde ayakta tam karşımdaki Ağrı Dağı'nın ikiz zirvesini uzun uzun
seyrederken bu hayali kurdum. Manastırı dağdan koparan, Ermenistan'la Türkiye
arasındaki çirkin Berlin Duvarı benzeri bir tel örgüydü. Knor Virap,
Aydınlatıcı (İlluminator) Grigory'nin, kralın kendisini 800 yılında karısı
kraliçeyi ölümcül bir hastalıktan kurtarması maksadıyla salıvermesinden önceki
13 yıl zindanda kaldığı yer. Daha sonra da Ermeni Grigoryan Apostolik
Kilisesi'ni burada kurmaya başlamış. Benim hayalimse Erivan'da yaşayan iyi
insanların yazın cehennem sıcağından kaçarak karşı tarafa arabalarıyla
geçebilmeleri ve kutsal dağın serin yamaçlarında piknik yapmak üzere Ağrı Dağı
Barış Parkı'na gidebilmeleridir. Eğer Abhazya ve Yukarı Karabağ sorunlarının
her ikisi de birbirine çok yakın zamanlarda çözümlenebilseydi, bu elbette tüm
bölgede yepyeni umutların doğmasına neden olabilirdi ve bölge yeni Büyük Orta
Doğu düzeninin mimarları için ilginç bir boz-yap oyununa dönüşebilirdi. Belki
de Washington'daki mimarlar çoktan çalışma tahtasının başına geçmiş
olabilirler. Pekiyi AB ne yapıyor dersiniz? AB hala Kafkaslar için yeni özel
bir temsilci atamak üzere düşünüyor. Halbuki onun ev ödevi çoktan hazır
bekliyor.
* Bu makale
Avrupa Birliğinin gayrı resmi think-tank kuruluşu olarak tanınan CEPS'in
sitesinde Haziran 2003 yorumları arasında yayınlanmıştır. "Paradise Lost (in
Abkhazia)" başlığıyla yayınlanan makalenin Ingilizce orijinaline ulaşmak için
aşağıdaki linki tıklayınız:
http://www.ceps.be/Commentary/Jun03/Emerson.php
Michael Emerson'ın
bu yazısı Mustafa Özkaya tarafından Ajans Kafkas için Türkçe'ye kazandırıldı.
** Michael Emerson is CEPS'in Uzman Araştırma Üyesi ve Büyük Avrupa Araştırma Programı'nın da başkanı. Kendisi bu yazıyı, CEPS Policy Brief yayınları kapsamındaki Caucasus Revisited (No. 34/June 2003) çalışmasına ek bir bölüm olarak hazırlamış bulunuyor.